28 Temmuz 2009

kaykayınız itinayla eskitilir?!

gon'dayım. kapının önünde sigara içiyorum. fix. yan komşumuz freedom sports'u bilen bilir. extreme sporla uğraşan, kaykaya sevdalı, kış sporlarına tutkun, "paten benim yaşam stilim bebeğim" diyen çeşitli müşteri grupları bilir, takip eder, sever, sık sık alış-veriş için olsun tamirat, bakım için olsun bol bol ziyaret eder freedom'u(ı?)

neyse yahu kapının önündeydim, sigara içiyordum en son.. mağazanın işletmecisi altında bir kaykayla kapıda belirdi. "bu da ilk defa başıma geliyor diyip" aletle şöyle bir 5-10 metre ilerleyip yanıma yaklaştı ve fısıldadı "kadın oğlunun kaykayını kapıcının çocuğuna vermiş, bunu eskitmeye çalışıyoruz şimdi, oğlum bana çok kızar diyo kadın!"

kaykay'ın aynısını bulmuş yani kadıncağız bir şekilde ama bu şekilde verirse oğluna, çocuk davayı çakacak diye korkuyor. kendi adıma yeni bir kaykaya daha çok sevinirdim sanırım ama bilinmez tabii onunla birlikte geçirilmiş zaman, yaşanmışlıklar, kazalar, hatıralar yeni olmasından daha değerli de olabilir çocuk için. bilemedim..

oluyor bazen böyle şeyler.

sokak sanatı ama en lezizinden



bride of frankenstein

ju-on


ÇizgiRoman iken sallamayıp film olunca hastası olduklarım #2.5

jonah hex ve solomon kane'in posterleri yayınlanmış. evet. böyle şeyler olmuş.



edit: filmleri izledikten sonra da allah belanızı versin dediklerim oldu.

25 Temmuz 2009

echo da film oluyor!

watchmen yapımcılarından lloyd levin, terry moore'un bilimkurgu hikayesi echo'nun film haklarını satın aldı. konusu özetle: fotoğrafçı julie martin çok gizli teknolojik bir savaş zırhının testlerine tanık olur ve zırhın sıvı şarapneline maruz kalır.. (sonrası malum venom gibi witchblade diil gibi durumlar)

terry moore'u strangers in paradise sayesinde tanıyanlar echo'ya şaşırmıştı zira strangers in paradise daha çok pembe dizi kıvamında ilişkiler üzerine bir hikayeydi, bol dedikodulu gençlik dizileri gibi.. oysa echo ilk bakışta fazlaca aşina olduğumuz bir çok çizgi roman ve diziden apartılmışa benzeyen konusuyla tam bir bilimkurgu. hehe diil yahu öyle! terry moore'dan bahsediyoruz. hemen her sayısı bildiğimiz sevdiğimiz ünlü fizikçilerden, bilimadamlarından bir alıntıyla başlıyor da olsa yine ağır bir kadın-erkek ilişkisi temeli söz konusu.

çizgi romana girişmek isteyen gon'dan yahut gerekli şeyler'den edinebilir olmadı oturup filmi bekleyebilir.

23 Temmuz 2009

alice in wonderland (2010) trailer'ı düştü

alemlere düştü evet.
merakla beklenen hesevehehe saçma sapan klişe kalıpları geçiyorum tim burton, johnny depp vs. vs...

al trailer:

15 Temmuz 2009

Lynch Kahvesi

başlık böyle bi' garip durdu. monitöre aval aval bakarken içimden "du bi kaave yapiim" diye geçiriyordum efendim birden twitterfox açıldı saçıldı ve bana böyle bir haber verdi: david lynch kahvesi çıktı!

e istiyorum ben şuan bundan. nedir tüketim çılgınlığı (salaklığı?) mıdır?
öyleyse öyledir yahu bu benim şuan bir kutu david lynch kahvesi istiyor olduğum gerçeğini değiştirmez.

burdan almayı deneyebiliriz: http://alturl.com/j7e8

not: fincan da mı vardır içinde nedir?!

geliyorlar!

David Dobkin - The Flash (2011)

Darren Aronofsky - Robocop (2010)

Sam Raimi - Evil Dead IV (2011)

Joe Carnahan - A-Team (2010)


yorum bile yapmıyorum geliyorlar işte yahu!

çoktan seçmeli köreltiyor

hayır isviçreli bilim adamlarının bulgularından bahsetmeyeceğim.
blogunda, türkiye'de yazılı basının durumuyla alakalı üç beş kelam etmiş emre:

şuan durumun ne kadar vahim olduğunu düşünüp ileriye dönük tahminler yürütme noktasındayız anladığım kadarıyla.

"güzel bi' tartışma konusu.. sonuç itibariyle dönüp dolaşıp gelinen noktanın para olduğunu düşünürsek; serbest muhabirler/bloggerlar yeni neslin habercisi olacak (oldu?) ve bloglarına aldıkları reklamlar sayesinde kazanacaklar, burası kesin. reklam ve para denince yine rating'e çok okunmaya dayalı bir sistemden bahsetmek zorundayız. bu işi hobi olarak yapanlar, çok okunan iyi habercileri kopyalayarak onların önünü tıkayabilir çok rahatlıkla telif yasalarıyla ilgili ciddi düzenlemeler gerekecek doğal olarak ama hiç bir düzenlemenin bu olacakların önüne geçebileceğine inanmıyorum. dolayısıyla habercilik konusunda devlet televizyonlarının ve belki kurulacak gazetenin tekeline bir dönüş yaşanacağı kanaatindeyim. evet sırf gazeteler ve habercilik mevzunda değil televizyonculuk konusunda da trt yahut 70ler sonu 80ler başı trt tandanslı tek bir kanala dönüş olması çok mantıklı geliyor bana. devlet için çalışan disiplinli ve ciddi habercilik (devlet diyorum bak hükümet değil!) tek başına tepede altında da internet haberciliği/bloglar vs.. bilgi ve haber dolaşımı yine kısıtlanmış olmayacak.. istenen bilgiye ve habere çok kolay ulaşılacak ancak hani şu tüm özel tv ve gazetelerin kullandığı "en doğru haber" kalıbı tamamen trt (yahut muadili her ne olacaksa) ile anılacak yine yeni yeniden. daha uzun uzun anlatmak isterdim kafamdakileri ama uzatmiim şimdi :)"

demiştim yorum olarak ama sanırım uzatacağım hehe

daha önce özelleştirmeyle ilgili bi'şeyler karalamıştım burda. şimdi tam ters açıdan yaklaşacağım sanırım mevzuuya. 80'ler dönemi, henüz her şeyin bir rant kapısı olarak görülmediği dönemler gibi şimdi dönüp geriye baktığımda. kim ne derse desin, ben memnundum o dönem trt'sinin yayın politikasından. tabii ki derinlemesine tartışılması gereken bir konu trt ancak kadrosu, disiplinli ve özenli çalışması açısından takdire şayan olduğu gerçeğini yadsıyamaz sanırım kimse. hangi haberin millete duyrulması gerektiğine hangisinin ise duyrulmayacağına karar veriyordu trt ve bu doğrultuda çekirdek konular üzerinden daha sade, daha doğru ve daha "önemli" haberler ulaşıyordu bize. o dönemin faşizan olarak görülebilecek politikası bu dönemin haberciliğiyle harmanlandığında nihai sistemi sunabilir bizlere.

şimdi madem ileriye dönük bir tahminde bulunma ve hatta "tahmin yürütme" adı altında geleceğin medyasını temelden oluşturma çabasındayız; öyleyse o dönemin habercilik anlayışını günümüz serbest muhabirliğinin/blog yazarlığının tepesinde bir yere oturttuğumuz zaman, her ikisine de sahip olacağımız bir bilgi dolaşımı söz konusu olabilecek. gazetecilik için de geçerli bütün bunlar. televizyon görsellerini desteklemek için yazıyı kullanırken, gazetecilikte yazılar desteklenmek için görseller kullanılıyor. hepsine birden aynı anda çok kolay bir biçimde erişebileceğimiz bir dönemden geçiyor ve bazen neyin fazla olduğunun ayrımına varamıyoruz sanırım. haber kirliliği diyip durduğumuz şey "fazla" olanı tanımlamak için kullandığımız isim aslında. oysa gerçek (evet göreli ama yapacak bir şey yok o noktada) ve "yeterli" haberi alabileceğimiz bir kanal (tv olur, gazete olur, tek bir blog olur -tekelcilik bu evet hehe) ve sadece istediğimiz takdirde ulaşabileceiğimiz bloglar/online-özel gazeteler/online-özel tv'ler düzeni tüm bu kirliliğe bir son verebilir.
aynı şeyi evire çevire anlatıyorum.. başlığa gelelim.

çok fazla seçeneğin olması bir şeyleri köreltiyor, tüketimi kolay ve hızlı bir hale getiriyor ve dengeleri bozuyor fikrimce. belli başlı konular hakkında çok bilgili olabilmek varken bir çok şey hakkında az da olsa bilgi sahibi olmak durumunda kalıyoruz. gerekli bir şey hakkında az bilgiye sahipken gereksiz bir konuda da bilgili oluyoruz bu nedenle. önceleri "madonna mı? michael jackson mı?" ayarında tercihler yaparken şimdi yüzlerce farklı müzik türünü icra eden binlerce grubu/şarkıcıyı/müzisyeni bilip aralarından tercih yapmaya çabalıyoruz. kafamız karışıyor, zevkimiz köreliyor. seçenekler o kadar çok ki 1-2'sini seçmek zorunda değiliz artık (!), aynı anda 500'ünü birden tercih edebiliriz.
çoktan seçmeli testlerin bilgiye dayalı bir sonuç elde etmekten çok uzak olduğu tartışmasını getiriyor bu akla. 5 şıktan birini atıp tutturabiliyorsun, şans ve mantık devreye giriyor. bilgiye sahip olmak zorunda değilsin az da olsa fikir sahibi olman yeterli. kolay yoldan para sahibi olmak için cin fikirler üreten, içinde yaşadığı yaşam şartları ve kültür doğrultusunda insani olmayan ancak mantıken kesin kar sağlayacağını bildiği işlere yönelen zihniyetleri öven ve destekleyen bir yöntem çoktan seçmeli. yaptığının "doğru" olması önemli değil! önemli olan mantığınla, zekanla kısa yoldan insanların üstüne basarak sonuca ulaşman.

dayatılan ve sunulan arasındaki farkta gizli her şey. aralarındaki çizgi ise günden güne inceliyor.

daha da uzayacak bu. anlatıyorum ama yetmiyor, içi dolmuyor yeterince ana başlığı bile karşılamıyor tam olarak. bu noktada bir ara veriyorum dizi dizi devam eder belki daha sonra...

10 Temmuz 2009

batarang'ı sıvazlamak

şu konseptte bi' batman filmi çekse ya misal terry gilliam ya da o ayarda biri.. batarang sıvazlansa içinden batman cini çıksa batman forever ve batman & robin'den bile renkli olsa film, kitch olsa zaman zaman pastele dönse tiksinsek ya iyice batman'den?

5 Temmuz 2009

patron geliyo patron ya da eyvah mahmut hoca

adamlar yapmış (!)
işyeri bilgisayarı internete bağlı; ara ara başını işten kaldırıp 3-5 site gezmek niyetindesin. günün 8 saatini ofiste masabaşında geçiriyorsun ve canın sıkılıyor arasıra haliyle. msn açacaksın, facebook'ta dolanacaksın ya da çok hayvansın ve tek derdin ofis tuvaleti için malzeme toplamak, türlü porno sitelerde dolanmak (yuha!)
al bak adamlar senin için yapmış. aleti usb'den bağlıyorsun, ayağının yakınlarına yere bi' yere yerleştiriyorsun, patron görününce basıveriyorsun üstüne.. kendi yaptığın ayarlar doğrultusunda ister senin seçtiğin sayfalar hariç ekranda ne varsa kapanıyor, ister o an çalıştırdığın ekstra programlar ve pencereleri.

not: fiyatı da 40 dolar imiş aletin. orda burda satılıyormuş. gugıllıyormuşuz buluyormuşuz. her şeye link mi verelim.

the hanging gardens

çok geç haberdar olup, "yeniden eskiye, sonra tekrar en yeniye" şeklinde takip etmeye çalıştığım bir blog bu. emre kafasına takılanları (iyi kötü çirkin sıralaması olmaksızın) döküyor ortaya. güncel edebiyattan magazine, siyasetten kültüre metalaştırılmasına karşı çıktığımız türlü bilgiyi "sayıklamalar" kisvesi altında paylaşıyor ulu-orta. ben okurken pek keyif alıyorum burdan da duyurayım dedim :)

Emre Yerlikhan'ın sayıklamalarına kulak kabartın! o sayıklarken siz sorular sorun, farkında bile olmadan cevap verdiğini göreceksiniz..

supergirl'ü imana getirmek?!


newsarama'da bir röportaj okudum hayatım değişti. global muhafazakarlaştırma (n'acaip kelime oldu bu) devam ediyor! supergirl'ümün eteğinin altına bir tayt geçirmiş sevgili çizer jamal igle (ayrımcılık yapmiim, ırkçılık etmiim diyorum ama isme bir takılıyorum önce) röportajı uzun uzun okumak istemeyenler için cımbızla çekip alalım önemli yerleri. jamal editör matt idleson'la konuşuyor:

“At the first meeting I had with him after I got the book, he said, ‘I never want to see Supergirl’s panties again.’ It was part of a larger conversation about altering the costume and making it a little more presentable. I think a lot of our readers know that, when you look at the back issues, the shirt would get tinier, the skirt’s hem would get higher, and lower on her hips. It was really uncomfortable for me to have to follow in that manner.”


adam rahatsız olmuş!

"...on the rooftop in issue #40, she’s doing martial arts and moving around. It makes sense that if you’re doing martial arts, you’re going to have something that’s going to cover you a little, especially if you’re wearing a skirt."


aman yavrum oturmana kalkmana dikkat et diyor!

"I showed one of those older issues to my mom, and she said, ‘She looks like a hooker.’"


bu kısacık eteği açık göbeği ve türlü dekolteleriyle supergirl'ün tam bir orospuya benzediği konusunda annemle hemfikirdik diyor burda da sevgili çizer.


n'oluyo lan?! yorum yapacak halim kalmadı yahu!