hayır isviçreli bilim adamlarının bulgularından bahsetmeyeceğim.
blogunda, türkiye'de yazılı basının durumuyla alakalı üç beş kelam etmiş emre:
şuan durumun ne kadar vahim olduğunu düşünüp ileriye dönük tahminler yürütme noktasındayız anladığım kadarıyla.
"güzel bi' tartışma konusu.. sonuç itibariyle dönüp dolaşıp gelinen noktanın para olduğunu düşünürsek; serbest muhabirler/bloggerlar yeni neslin habercisi olacak (oldu?) ve bloglarına aldıkları reklamlar sayesinde kazanacaklar, burası kesin. reklam ve para denince yine rating'e çok okunmaya dayalı bir sistemden bahsetmek zorundayız. bu işi hobi olarak yapanlar, çok okunan iyi habercileri kopyalayarak onların önünü tıkayabilir çok rahatlıkla telif yasalarıyla ilgili ciddi düzenlemeler gerekecek doğal olarak ama hiç bir düzenlemenin bu olacakların önüne geçebileceğine inanmıyorum. dolayısıyla habercilik konusunda devlet televizyonlarının ve belki kurulacak gazetenin tekeline bir dönüş yaşanacağı kanaatindeyim. evet sırf gazeteler ve habercilik mevzunda değil televizyonculuk konusunda da trt yahut 70ler sonu 80ler başı trt tandanslı tek bir kanala dönüş olması çok mantıklı geliyor bana. devlet için çalışan disiplinli ve ciddi habercilik (devlet diyorum bak hükümet değil!) tek başına tepede altında da internet haberciliği/bloglar vs.. bilgi ve haber dolaşımı yine kısıtlanmış olmayacak.. istenen bilgiye ve habere çok kolay ulaşılacak ancak hani şu tüm özel tv ve gazetelerin kullandığı "en doğru haber" kalıbı tamamen trt (yahut muadili her ne olacaksa) ile anılacak yine yeni yeniden. daha uzun uzun anlatmak isterdim kafamdakileri ama uzatmiim şimdi :)"
demiştim yorum olarak ama sanırım uzatacağım hehe
daha önce özelleştirmeyle ilgili bi'şeyler karalamıştım burda. şimdi tam ters açıdan yaklaşacağım sanırım mevzuuya. 80'ler dönemi, henüz her şeyin bir rant kapısı olarak görülmediği dönemler gibi şimdi dönüp geriye baktığımda. kim ne derse desin, ben memnundum o dönem trt'sinin yayın politikasından. tabii ki derinlemesine tartışılması gereken bir konu trt ancak kadrosu, disiplinli ve özenli çalışması açısından takdire şayan olduğu gerçeğini yadsıyamaz sanırım kimse. hangi haberin millete duyrulması gerektiğine hangisinin ise duyrulmayacağına karar veriyordu trt ve bu doğrultuda çekirdek konular üzerinden daha sade, daha doğru ve daha "önemli" haberler ulaşıyordu bize. o dönemin faşizan olarak görülebilecek politikası bu dönemin haberciliğiyle harmanlandığında nihai sistemi sunabilir bizlere.
şimdi madem ileriye dönük bir tahminde bulunma ve hatta "tahmin yürütme" adı altında geleceğin medyasını temelden oluşturma çabasındayız; öyleyse o dönemin habercilik anlayışını günümüz serbest muhabirliğinin/blog yazarlığının tepesinde bir yere oturttuğumuz zaman, her ikisine de sahip olacağımız bir bilgi dolaşımı söz konusu olabilecek. gazetecilik için de geçerli bütün bunlar. televizyon görsellerini desteklemek için yazıyı kullanırken, gazetecilikte yazılar desteklenmek için görseller kullanılıyor. hepsine birden aynı anda çok kolay bir biçimde erişebileceğimiz bir dönemden geçiyor ve bazen neyin fazla olduğunun ayrımına varamıyoruz sanırım. haber kirliliği diyip durduğumuz şey "fazla" olanı tanımlamak için kullandığımız isim aslında. oysa gerçek (evet göreli ama yapacak bir şey yok o noktada) ve "yeterli" haberi alabileceğimiz bir kanal (tv olur, gazete olur, tek bir blog olur -tekelcilik bu evet hehe) ve sadece istediğimiz takdirde ulaşabileceiğimiz bloglar/online-özel gazeteler/online-özel tv'ler düzeni tüm bu kirliliğe bir son verebilir.
aynı şeyi evire çevire anlatıyorum.. başlığa gelelim.
çok fazla seçeneğin olması bir şeyleri köreltiyor, tüketimi kolay ve hızlı bir hale getiriyor ve dengeleri bozuyor fikrimce. belli başlı konular hakkında çok bilgili olabilmek varken bir çok şey hakkında az da olsa bilgi sahibi olmak durumunda kalıyoruz. gerekli bir şey hakkında az bilgiye sahipken gereksiz bir konuda da bilgili oluyoruz bu nedenle. önceleri "madonna mı? michael jackson mı?" ayarında tercihler yaparken şimdi yüzlerce farklı müzik türünü icra eden binlerce grubu/şarkıcıyı/müzisyeni bilip aralarından tercih yapmaya çabalıyoruz. kafamız karışıyor, zevkimiz köreliyor. seçenekler o kadar çok ki 1-2'sini seçmek zorunda değiliz artık (!), aynı anda 500'ünü birden tercih edebiliriz.
çoktan seçmeli testlerin bilgiye dayalı bir sonuç elde etmekten çok uzak olduğu tartışmasını getiriyor bu akla. 5 şıktan birini atıp tutturabiliyorsun, şans ve mantık devreye giriyor. bilgiye sahip olmak zorunda değilsin az da olsa fikir sahibi olman yeterli. kolay yoldan para sahibi olmak için cin fikirler üreten, içinde yaşadığı yaşam şartları ve kültür doğrultusunda insani olmayan ancak mantıken kesin kar sağlayacağını bildiği işlere yönelen zihniyetleri öven ve destekleyen bir yöntem çoktan seçmeli. yaptığının "doğru" olması önemli değil! önemli olan mantığınla, zekanla kısa yoldan insanların üstüne basarak sonuca ulaşman.
dayatılan ve sunulan arasındaki farkta gizli her şey. aralarındaki çizgi ise günden güne inceliyor.
daha da uzayacak bu. anlatıyorum ama yetmiyor, içi dolmuyor yeterince ana başlığı bile karşılamıyor tam olarak. bu noktada bir ara veriyorum dizi dizi devam eder belki daha sonra...