24 Aralık 2009
robin hood (mor rimeykıbıl şit)
al fragman.
karate bebe (sam rimeykıbıl şit)
karate kid'i de çekmişler tekrar. miyagi rolünde jackie chan, karate kid rolünde 1998 doğumlu jaden smith var. 98 doğumlu evet!? 98'de doğmak nedir arkadaşım bana bunu bi' açıklayın önce. o sene üniversiteye giren ve bugün halen mezun olmamış insanlar tanıyorum ben. ayrıca jaden denen sübyanı bilen bilir kendisi afrika kökenli amerikalıdır. türkiye'de zenci bir azınlıktan bahsedemeyeceğimize göre o manada bir ırkçılık yaptığımı da söyleyemez kimse ama yeter. catwoman'ı zenci yaptın, nick furry'i zenci yaptın nedir bu bilinen sevilen karakterleri zencileştirme durumun senin? eheheh kimsin yahu sen?
22 Aralık 2009
30 Kasım 2009
27 Kasım 2009
Sokağın Ruhu: Türkiye’de Graffiti’ye “Turbo” Bakış
Oturmuş Türkiye’de “Çizgi Roman” piyasasındaki son dönem canlanmadan bahsediyorduk. Laf dönüp dolaşıp sokak sanatına ve graffitiye, bu kulvardaki boşluğa geliyordu. Uzun uzun düşündük. Hafızalarımızı zorladık. Türkiye’de graffiti’yi anlatan, görseller sunan, örnek teşkil eden basılı bir yayın hatırlayamadık. Hızır gibi yetişti Tunç. Tunç dediğime bakmayın onu herkes “Turbo” olarak tanıyor. Tunç “Turbo” Dindaş onun tam adı artık.
Turbo denince akla rap, amiga (commodore?), dergi, reklam, animasyon, graffiti geliyor. Sırayla da değil tek kalemde! Kısa çizgi öyküleri, rap müzik kültürü üzerine yazı ve eleştirileri, graffiti’deki ustalığı ve muazzam işleri, televizyonlara yaptığı jenerikler, reklam animasyonları, jingle’lar… saymakla bitmiyor.
Saymayı bırakıp hayata geçirdiği en yeni iki projesi olan “Turkish Graffiti” ve ilk olarak TÜYAP 28. İstanbul Kitap Fuarı’nda görücüye çıkan “Street Soul: Graffiti from Turkey” derleme kitaplarıyla ilgili üç-beş soru sormayı yeğledim üstadın kendisine.
Böyle bir derlemeye girişmeye ne zaman ve nasıl karar verdin?
Aslında böyle bir kitap yapma projesi senelerdir aklımda vardı ama tamamı renkli bir kitabın Türkiye’de basılma olasılığının ve tabii ki konsepti graffiti olunca ne kadar düşük olduğunu tahmin etmek lazım. Böyle bir hayalle uzunca süre yapabildiğim kadarı ile graffitiyi Türkiye’ye tanıtmaya çalıştım. Önce fotokopi fanzinler yaptım. Sonra Blue Jean dergisinde graffiti ile ilgili sayfalar hazırladım. 2009’un yazının başında artık bir kitap yapma fikrinin gerçekleşmesi gerektiğini düşündüm ve araştırmalara başladım. Cebimdeki para ve biraz da reklam alarak ilk kitap olan “Turkish Graffiti”yi kendi imkanlarım ile yayınladım. Herbiri numaralı olan 500 adet kitabı ben ve arkadaşlarım sayesinde bazı noktalara dağıtarak satışı gerçekleştirdik. Gerçi henüz hepsini satamadık ama Marmara Çizgi’nin bu kitap ile dikkatini çektik. Zaten ilk kitaptan sonra 2.sini de hazırlamaya başlamıştım. Marmara Çizgi bana yeni kitap teklifi ile gelince bu teklifi değerlendirdim ve STREET SOUL “Graffiti from Turkey”i çıkardım.
“Graffiti dünyası gibi rengarenk bir kitap yapmaktı amacım.”
Türkiye’de Graffiti üzerine basılı belki de ilk kaynak “Turkish Graffiti” ve şimdi de ikinci kitap “Street Soul: Graffiti from Turkey”. Amaç bu alandaki açığı kapatmak mıydı yoksa Türkiye’deki graffiticilerin ve sokak sanatçılarının seslerini duyurmak mı?
Gerçek düşüncem zamanla kaybolan bu sokak eserlerini biraraya toplamaktı. Çünkü ilk kitabı bırakın 2. kitap daha basılmadan içerisindeki graffitiler silindi bile. Sonuçta ben de graffiti yapıyorum. Bu işlerin zamanla kaybolup gitmesini istemiyorum. İşlerimizi seven ve takip eden insanlara da bakılabilecek bir kaynak hazırlamak istedim. Senelerdir bu iş için hiçkimse yararlı bir kaynak hazırlamadı. Yaptığımız işler çünkü renkli ve görsel ağırlığı olan işler. Sadece yazılardan oluşan bir kitap yapmak istemedim. Graffiti dünyası gibi rengarenk bir kitap yapmaktı amacım.
İlk kitap tamamen türk sanatçıların işlerine eğilmişti bildiğim kadarıyla. İkinci kitapta Türkiye’ye gelen yabancı “writer”ların da işleri var.
Evet. İlk kitapta belki 2.sini çıkaramam diye düşündüğüm için sadece Türkiye’de graffiti yapan Türk graffiticilerinin işlerinden kitabı oluşturdum. Ne olacağı belli değildi çünkü. Önemli olan Türkiye’de yapılan işlerden oluşan bir kaynak yaratmaktı. STREET SOUL için Marmara Çizgi’den “OK”i aldıktan sonra yelpazeyi nasıl genişletebilirim diye düşündüm ve fotoğraf arşivimi karıştırmaya başladım. “Street Soul: Graffiti from Turkey”de ilkine göre farklı olarak tren bölümü, Türkiye’de yabancı graffiticilerin yaptığı duvarlar ve yurt dışında boyayan Türk graffiticiler var.
Sokak sanatı, graffiti izinsiz yapıldığı sürece yasa dışı kabul ediliyor ve dikbaşlılığı, sistem karşıtı duruşu da simgeliyor bir noktada. Son dönem graffiti çalışmalarında(senin\diğer writerların) verdikleri mesajlar mı yoksa görsellik mi daha ön planda sence?
Türkiye’de yapılan graffitilerin çoğunda herhangi bir mesaj kaygısı yok. Çoğunluğunun ilgilendiği tek şey kendi stilleri ile isimlerini güzel bir şekilde duvara geçirmek. Bununla beraber mümkün olduğu kadar da çok isimlerini yazmak. Ben de bu gruba dahilim. Ülkemizde zaten yeteri kadar mesaj veren insan var. Ben sadece sıkıcı gri şehir duvarlarını renklendirmek istiyorum. Görsellik benim için maksimum önplanda açıkçası.
Graffiti kitapları serisine devam edecek misin? 3. kitabın konsepti ne olacak?
STREET SOUL serisi tabii ki devam edecek. Aklımda 2 konsept daha var ama ilk önce hengisinden başlayacağımı bilemiyorum. Arşiv karıştırması ve bağlantılar devam ediyor. O yüzden şimdiden bunları söyleyemem. Herşey kesinleşince zaten duyacaksınız.
Kitaplar için hazırlanan internet sitesine, dolayısıyla daha detaylı bilgiye ve satış noktalarına şuradan ulaşmak mümkün
Ayrıca kitaplarla ilgili haberleri anbean takip edebilelim diye bir de twitter hesabı var.
9 Kasım 2009
jj abrams micronauts'un peşinde
micronauts daha önce marvel, image ve devil's due tarafından çizgi romana da uyarlanmıştı.
unutmadan kick-ass çizgi romanının sinema uyarlaması için hazırlanan site de yayına geçti.
8 Kasım 2009
Pinokyo Vampir Avında
Televizyon dizileri, sinema filmleri, birer birer vampir hikayesine dönüştürülen edebiyat klasikleri… 2-3 sene öncesinin zombi çılgınlığı yerini vampir deliliğine bıraktı. Öyle bir delilik ki bahsi geçen; hızlı tüketim çağında kendine yer bulamayan hazmı zor muhteviyat, dönemin popüler temasıyla içiçe geçirilip çok daha kolay tüketilir hale getirilir oldu.
“Vampir” diyince akla ünlü Dracula Bela Lugosi gelmiyor artık (Bauhaus – Bela Lugosi is Dead şarkısı dönüyor beynimin içinde). Akla gelen yegane “Bela”, popüler roman ve şimdi sinema filmi serisi “Alacakaranlık\Twilight”ın baş karakterlerinden Isabella Swan olsa gerek. Yenilik ve farklılık kisvesi altında klasik vampir tanımı da değişiyor her yeni yapımla. Bu “yenilikçi tavır” yine olabildiğince hızlandırılmaya çalışılan tüketime hizmet ediyor haliyle. Güneşin altında ışıl ışıl parlayarak gezen vampirler, yemeklerine ekstra sarımsak talep edenler, duvara asılacak bir haçın çok dekoratif olduğunu düşünenler, aynanın karşısında saatlerce saçlarını tarayanlar.
Alt-kültürlerin kapitalizme ve popüler kültüre kurban edilmediği dönemlerde, vampir janrının içinde kendine yer edinmeye çalışan, vampir mitini kendi yorumuyla ortaya koymaya çabalayan kimi naif, kimi olabildiğince sert yapımlar da yok değildi. Öyle ki şimdilerde özellikle çok sattığı için romantik komedilere yahut romantik dramalara konu edilen vampirler, 60’lar sonu 70’ler başlarında istismar sinemasının en büyük alt kollarından birine dönüşmüştü. Dönemin ünlü yönetmeni Jess Franco İstanbul’daki lezbiyen vampirleriyle takdirimizi toplamış, “blaxploitation” başlığı altında incelenen istismar sinemasının afrika kökenli amerikalı kanadında ise unutulmaz “Blacula (1972)” hafızalara kazınmıştı.
“Çizgi Roman” dünyasında ise durum biraz farklı. Türün çıkışından beri vampir miti nasıl ki sinema ve edebiyatta kendine geniş bir yer bulduysa, çizgi roman kültürü içerisinde de özellikle fantaziyi en dişe dokunur biçimde yansıtabilecek bir mecra olduğundan herdaim sağlam bir yere sahip oldu. Kapitalizmin, bilginin metalaştırılması, parayla alınıp satılır bir şekle sokulması düsturu çizgi roman piyasasındaki fiyat oynamalarında da tabii ki kendini gösteriyor. Çizgi dünyanın en prestijli ödüllerinden biri olan eisner ödülünü sırf 2. filmi vizyona gireceği için Iron Man çizgi romanı alabiliyor. Para akışının hızlanmasını ve daha az yatırım yaparak daha çok kazanmayı sağlayan, kimilerine göre ucuz iş gücünü temsil eden “uyarlama” son dönemlerde en çok başvurulan yöntem. “30 Days of Night\30 Gün Gece” gibi çizgi romandan sinemaya uyarlanan ya da “Buffy the Vampire Slayer\Vampir Avcısı Buffy” gibi sonradan çizgi roman formatına dönüştürülen çeşitli vampir hikayelerinden bahsetmek mümkün ancak ben bambaşka bir uyarlamadan, çok parayla ve herhangi bir “-izm” ile göbek bağı olmayan bağımsız bir uyarlamadan bahsedeceğim. Çocukluğumda en sevdiğim masallardan biri olan Pinokyo’nun vampir temalı yepyeni çizgi roman uyarlaması olan “Pinocchio: Vampire Slayer\Pinokyo: Vampir Avcısı” konumuz.
Klasik masalı bilen bilir. 1881 yılında italyan Carlo Collodi tarafından çocuklara eğitici, öğretici ve eğlenceli bir hikaye sunmak adına yazılmıştır Pinokyo (kaynaklara göre 1883 yılında basılabilmiş). Çocuk sahibi olmamanın verdiği hüzünle kendini oyuncak yapımına adamış marangoz ustası Geppetto günün birinde çam ağacını oyarak bir kukla yapar. Kukla fantastik bir kurguyla canlanır; artık Geppetto’nun da bir oğlu vardır. Pinokyo kendisinden beklenen şekilde, çocukları eğitmeyi amaçlayan mesajlarla dolu türlü birbirinden uçuk maceranın içinde bulur kendisini. Kahramanımızın en bilinen özelliği ise yalan söylediğinde burnunun uzamasıdır.
Dustin Higgins’in çizdiği tek bir kareden yola çıkan Van Jensen’in senaryosunu yazdığı ve Higgins’e yeni kareler ekletip tam bir çizgi roman haline getirttiği “Pinocchio: Vamprire Slayer” bu cadılar bayramında raflardaki yerini aldı.
Uyarlamanın konusu kısaca şöyle: Pinokyo, babası\yaratıcısı Geppetto vampirler tarafından saldırıya uğrayıp öldürüldüğünde büyük bir kin ve intikam dürtüsüyle merhametsiz bir vampir avcısına dönüşür. Onları avlamak için kullanacağı silah ise bellidir; yalan söyleyip burnunun uzamasını sağlayacak, uzayan tahta burnunu koparıp düşmanlarının kalbine saplayacaktır. Pinokyo’nun yalan konusundaki ustalığı vampirlerle olan savaşında en büyük güvencesi olacaktır.
Masalın orijinalinde çocuklara yalanın kötü bir şey olduğunu anlatmak için naif kahraman Pinokyo’ya verilen bu özellik ve bu misyon çizgi roman uyarlamasında değişime uğruyor. Bu kez hedef kitle: masalı çocukluğunda okumuş günümüz gençleri vedahi orta yaş ve üstü okur. Dolayısıyla baş kahraman, naiflik ve saflıktan sıyrılmış, gözünü intikam hırsı bürümüş ve bu uğurda yalanı silah olarak kullanan bir Pinokyo.
Çizgi Roman mefhumuna aşina olmayanların zihninde ilk etapta Walt Disney uyarlaması Pinokyo canlanacaktır belki ancak Van Jensen senaryosunu, 1881’de yazılan orijinal masalı baz alarak oluşturmuş ve çizer Dustin Higgins senaryonun sertliğine rağmen hem masalsı havayı korumuş hem de yepyeni, benzersiz ve keskin karakterler yaratmayı başarmış.
Adı çok fazla duyulmamış bağımsız işleri yayınlamayı tercih eden Slave Labor Graphics’den çıkan 128 sayfalık bu siyah-beyaz öykü, Pinokyo’nun yaratıcı yalanlarına maruz kalıp keyiflenmek isteyenler için yayınevinin internet sitesinde satışta.
Çizgi Roman, alttan alta büyüyen hayran kitlesi ve öykünün sonunda bıraktığı açık kapıyla uzun soluklu bir seriye dönüşeceği sinyallerini veriyor. Sırf vampir konusunu işlediği için “nasıl olsa satar” havasında piyasaya sürülen tonlarca iş arasında yapılabilecek en iyi tercihlerden biri “Pinocchio: Vampire Slayer”.
6 Kasım 2009
hahahha depresif bok!
27 Ekim 2009
stephen king'in yeni bombası!
scott snyder ve stephen king'in yazacağı, rafael albequerque'nin resmedeceği yeni serimizin adı "american vampire". ayda iki kez yayınlanacak öykü iki farklı zaman diliminde, iki farklı karakteri takip edecek. snyder'ın vampiri pearl 1920'lerin hollywood sessiz sineması döneminde "dönüştürülmüş"; king'in karakteri skinner sweet ise 1880'lerin vahşi batısında, çöl ortasında yaşayan kovboy bir vampir.
king ilk defa çizgi roman yazıyor olmanın heyecanına da feci kaptırmış kendini. şimdiden ilk beş sayıyı yazmış bile.
mart 2010 serinin başlangıç tarihi olarak belirlenmiş.
25 Ekim 2009
abidik gubidik twist
kill theory (2009)
teen slasher türüne yeni bir soluk getirmiştir bu film. klişelerden uzak durarak mı? yok öyle değil. zira bunlardan uzak durarak teen slasher çekmek olacak iş değil. kendi klişelerini yaratmış bir türden bahsediyoruz en nihayetinde. klişeden de öte john carpenter tarafından yazılmış kuralları olan bir tür bu. scream ile wes craven bahsi geçen klişeleri bir bir gözümüze sokarak, hatta ana karakterlerinin ağızlarına bunları sakız ederek, onlarla dalga geçerek bir üst seviyeye taşımıştı türü. kelly c. palmer ve chris moore ise daha önce denenmeye çalışılmış ancak tam olarak vakıf olunamamış bir teknikle (?!) hem teen slasher türüne hem de bildiğimiz, kabullendiğimiz ve artık alıştığımız twist kavramına bir yenilik getiriyor. başrol oyuncularının sevilen tv dizilerinin (4400, veronica mars, boston legal, drive) yan karakterlerinden seçilmiş olması da filmin bir diğer artısı. tanıdık ama çok da popüler olmayan bu yüzleri görmek, karakterlerle empati kurmayı kolaylaştırıyor. unutmadan: filmin giriş ve gelişme bölümü öyle güzel kurgulanmış ki, sonundaki zorlama twist için "olmasa da olurmuş" diyor insan.
güdük kalıyor spoilersız bir entry. 13. cuma ve halloween serilerinden günümüze "teen slasher"lar üzerine bir makale yazılacak olsa, geniş bir yer ayrılmalı, mihenk taşı olarak anılmalı bu film.
not: evet acaip övmüşüm filmi. izleyip de beğenmeyen gelip bana bikbik etmesin. ben dandik korku filmi seviyorum!
25 saat
24 Ekim 2009
yeni dizi: white collar
konusu da kısaca: azılı bir dolandırıcı/suçluyu yakalayabilmek için didinen fbi ajanı peter burke bir başka dolandırıcı olan neal caffrey'nin yardımına ihtiyaç duyar ancak küçük bir sorun vardır: adamımız neal halihazırda hapistedir. neal hapisten uzak kalabilmek için fbi ajanımıza yardım etmeyi kabul eder ve ikili-oyun başlar.
takip ettiğim yeterli sayıda dizi yokmuş gibi bunu da ekliyorum listeme. sen de ekle. pilot düştü torrent alemlerine.
he who foresees calamities suffers them twice over
kitaba ne kadar bağlı kalacaklar tartışılır ama evet mükemmel bir konusu var dizinin. nete düşen ilk bölümünü (preair-webrip) henüz izlemedim ancak promolar çok başarılıydı. kitaba geri dönersek: büyük bir heyecanla bir çırpıda okuduğum kitabın sonundan pek memnun kalmamıştım açıkçası ama lost'un son sezonu olması itibarı ile ve flashforward'ın kitaptakinden çok daha geniş işlenebilecek bir konusu olması sayesinde, sonu ile ilgili değişiklikler yapılabileceğini, hikayenin en az lost'ta olduğu kadar dallanıp budaklanabileceğini düşünüyorum. aylar önce hem blog'umda hem orda burda yüzlerce kez tekrarladım belki ama burada da yineleyeyim. kitabın acilen türkçeye çevrilmesi, basılması gerekiyor. nasıl satacak belli değil hehe
--- spoiler ---
10 küsür yıl x ay x saat x dakika sonra 2dk. 17sn.liğine ne yaptığını bilmek\görmek\yaşamak başka bir şey, tam o anı tüm dünyanın aynı anda görmesi o anı yaşaması başka bir şey. kimi o sırada 12 sene sonraki karısıyla sevişiyor olacak (kiminle evleneceğini seneler önce bilmek?).. kimi feci tutmuş bir fikir\şirket ile ilgili haber okuyor olacak (zuckerberg'den önce facebook'u sen kurabilirsin bu sayede hehe) vs vs.. ve geleceği gördüğün o flashforward esnasında uçağını inişe geçirmiş bir pilotsan o blackout esnasında hakimiyetini kaybetmiş olacaksın ve flashforward bittiğinde ölüsün artık senin geleceğin bir karanlıktan hiçlikten ibaret olacak. flashforward'ın yaşandığı an merdivenden iniyorsan o merdivenin son basamaklarında olman senin şansına. otobanda hızla giden bir arabanın içindeysen pek de şanslı sayılmazsın. önümüzdeki 12 sene içerisinde ölmüş olacaksın belki ve bunu o flashforward sayesinde önceden bileceksin. of o kadar çok kola ayrılabilir ki hikaye... ailenin öldüğü trafik kazasının haberini izliyor olacaksın belki tam o flashforward anında gelecekte ve o bitip günümüzdeki bilincin geri geldiğinde aileni uyarma, kurtarma şansın olacak.
--- spoiler ---
not: sonradan ek yaparım ben bu entry'e kesin.
(kafka, 20.09.2009 16:50 ~ 24.10.2009 12:02)
"he who foresees calamities suffers them twice over." -- beilby porteus
16 Ekim 2009
bi' fragman izledim hayatım değişti: triangle (2009)
durup dururken nerden geldi aklıma bu?
bir fragman izledim hayatım değişti! triangle adında bir film geliyor. hem zamanda yolculuk temasına hem de slasher'lara hasta olan bendenizi bir hayli heyecanlandırdı fragman. (aynı konuları, zamanda yolculuk yüzdesi, slasher yüzdesinden fazla olacak biçimde barındıran düşük bütçeli vefakat müthiş bir ispanyol filmi de vardır: 2007 yapımı los cronocrímenes) triangle'da, fragmandan anladığım kadarıyla, bambaşka bir konseptte göreceğiz zamanda yolculuk temasını. ucundan time-loop, kıyısından zihnin zamanda yolculuğu şeklinde. filmin sonundaki "twist"e (ana yemek) ulaşana kadar en az 3-5 "ara-twist" (ara sıcaklar) yiyeceğiz beynimize beynimize. velhasıl heyecanlandırdı fragman beni. al sen de heyecanlan!
15 Ekim 2009
erkekseniz teker teker gelin!
şöyle şeyler olmuş: yeni başlayanlar, henüz başlamayanlar, tek başına izlenenler, çift başına izlenenler, komedisi, bilim-kurgusu, çizgisi, dramı, gerilimi, polisiyesi derken liste kabarmış. oturup bir tablo hazırlamak gerekti takibi kolaylaştırmak adına. e oturduk hazırladık tabloyu. belki başkalarına da yararı olur.
9 Ekim 2009
19 Eylül 2009
und der rest ist schweigen
en çok hangisinin biriktiğine üzülüyorum bilmiyorum. kitaplar, çizgi romanlar, makaleler, filmler, diziler? en çok hangisine içim gidiyor bir karar versem diğerlerini daha çok ertelerim -biliyorum-.. üşengeçlikle erteleme alışkanlığı arasında çok kalın bir çizgi olduğunu söyleyip kandırıyorum kendimi; oysa içiçe ikisi -biliyorum-.. hangisi hangisini kapsıyor bir anlasam diğerini yitiririm.
orda burda, durmadan bilgiye olan açlığın ölüm korkusunu beraberinde getirdiğini; zamanın bilgi açlığını doyurmaya yetmediğini ve ölümse eğer zamanın bittiği yer, o halde asla yetmeyeceğini söylüyorum. önüne geçilemeyecek bir engel çıkarıp karşıma üşengeçliğin en onulmaz haline erişiyorum.
yapamadıkların, yapmaya güç bulamadıkların için kendin dışında her şeyi ama her şeyi sebep göstermek kolaya kaçmanın en sakil yolu. o yolu günde üç-beş kere tepiyorum.
hangisi keyif, hangisi ihtiyaç?
bir karar versem, diğerini unuturum -biliyorum-..
[sturm und drang]
12 Eylül 2009
Michael Haneke - The White Ribbon (2009)
Release Date: December 30, 2009 (NY, LA)
Studio: Sony Pictures Classics
Director: Michael Haneke
Screenwriter: Michael Haneke
Starring: Susanne Lothar, Ulrich Tukur, Theo Trebs, Michael Schenk
Genre: Drama, War
7 Eylül 2009
lobotomi
anıl'dan duydum. (-tanınmış kaynak göstermek şöyle bir link vermek yok di mi?) (+var var dur)
http://tinyurl.com/n44ogk
şu da lobo'yu tanımayanlara bir fikir versin.
6 Eylül 2009
çizgi roman mağazası burası
fantastik edebiyat takipçisinin rafta 4 forgotten realms kitabı görüp mağazanın tamamen fantastik edebiyat üzerine yoğunlaşmış bir yer olduğunu düşünmesi ve o gözle bakması.
örnekler çoğaltılabilir.
algıyla ve ilgiyle alakalı bi' şey tabii ama yine de! çoğunluğu da görsün gözün, sadece kendi ilgi alanınla sınırlama koskoca mağazayı. 19yy öncesi gravür işlerinin bulunduğu bir kitabı bende bulabileceğini düşünmenin tek nedeni yanındaki hatun mu yoksa rafta gözüne ilişen michael parkes kitabı mı? gustave doré ağlıyor sinirinden şuan biliyor musun?
ilgilenmediğin, umursamadığın, hakkında fikir sahibi olmadığın şey tabii ki önemsiz o an senin için ama ahmed arif şiirlerini burada bulamamış olmak seni o kadar şaşırtıyor ki ben bile "acaba?" diyorum. çizgi roman mağazası burası dediğimde "yok ben şiir kitabı bakıyorum" diyorsun hala. e iyi ya işte ben de çok fazla bakınıp yorulma diye önceden söylüyorum "çizgi roman mağazası burası". fransız sokağı ilk solda, 45lik iki yandaki bar, gardrop 2 yandaki bina 2. kat ayrıca.
teşekkürler.
tatil gibisi?
ayvalık\cunda gezildi tozuldu, rakı balık meze (hayatımda daha önce ağzıma koymadığım mezelerle tanıştım) dondurma, uno'da pizza, taş kahvede türk kahveleri derken ne yedik be!? :)
ne gezdin ne gördün? sarımsaklı, çamlık, şeytan sofrası ve cunda dışında gezmedim (daha nereyi gezeceksem).. günbatımı güzel, denizi leziz diyeyim uzatmadan bitireyim.
tatil yabdı ben.
24 Ağustos 2009
dorian gray geliyor
12 Ağustos 2009
"walking dead" dizi mi oluyor?
AMC is venturing into zombie-drama territory with multi-hyphenate Frank Darabont.
Cabler is close to finalizing one of the richest development deals ever with Darabont to write and direct a series adaptation of the Image Comics graphic novel series "The Walking Dead," penned by Robert Kirkman. Gale Anne Hurd of Valhalla Motion Pictures and David Alpert of Circle of Confusion are also on board to exec produce.
Project is set among a group of zombie survivors of an apocalypse who are led by a police officer, Rick Grimes, in search of a safe place to live. Numerous editions of the "Walking Dead" graphic novels have been published since 2003.
Joel Stillerman, AMC's senior veep of programming, production and original content, said the project appealed to the cabler because of "the quality of the storytelling" in Kirkman's work. The series will stay faithful to the tone of the original novels, he said.
"This is not about zombies popping out of closets," Stillerman said. "This is a story about survival, and the dynamics of what happens when a group is forced to survive under these circumstances. The world (in 'Walking Dead') is portrayed in a smart, sophisticated way."
Stillerman noted that the cabler's annual "Fear Fest" movie showcase around Halloween is one of AMC's most popular programming events of the year.
"We've got an audience that loves this kind of material," he said.
Darabont and Hurd pitched the project to AMC and several other outlets. There is no studio attached yet. The duo's involvement made the project a must-have for the cabler, Stillerman said.
"These are two world-class filmmakers who are also brilliant storytellers with experience in the fantasy genre," he said.
5 Ağustos 2009
bu da oldu!
çizgi roman - sinema kesişim kümesi
warren ellis excalibur sinema filminin senaryosunun başına oturmuş
jennifer love hewitt "ben büyüyünce wonder woman olucam" demiş.. idw jennifer ile 10 sayılık bir çizgi roman serisi üzerinde çalıştıklarını duyurmuş
movieline, asla hayata geçememiş warner bros. projesi
thundercats'in "concept art" çalışmasını sitesinde yayınlamış.. özlemişiz! thunder thunder thundercats!
2 Ağustos 2009
coen kardeşlerden bir ilk!
2 ekim'de gösterime giriyormuş hem.
not: yalan yanlış başlıklar geçirir kafama, gezerim kırlarda vedahi ovalarda.
1 Ağustos 2009
plants vs. zombies
popcap deliliği. pek stratejik savunma oyunu böyle ciddi yazınca garip durdu.. evini\bahçeni zombilerden savunuyorsun yahu bildiğin bitkilerle yapıyorsun bunu (tamam pek de bildiğin bitkiler değil) başından kalkamazsın be adam!
28 Temmuz 2009
kaykayınız itinayla eskitilir?!
sokak sanatı ama en lezizinden
ÇizgiRoman iken sallamayıp film olunca hastası olduklarım #2.5
edit: filmleri izledikten sonra da allah belanızı versin dediklerim oldu.
25 Temmuz 2009
echo da film oluyor!
terry moore'u strangers in paradise sayesinde tanıyanlar echo'ya şaşırmıştı zira strangers in paradise daha çok pembe dizi kıvamında ilişkiler üzerine bir hikayeydi, bol dedikodulu gençlik dizileri gibi.. oysa echo ilk bakışta fazlaca aşina olduğumuz bir çok çizgi roman ve diziden apartılmışa benzeyen konusuyla tam bir bilimkurgu. hehe diil yahu öyle! terry moore'dan bahsediyoruz. hemen her sayısı bildiğimiz sevdiğimiz ünlü fizikçilerden, bilimadamlarından bir alıntıyla başlıyor da olsa yine ağır bir kadın-erkek ilişkisi temeli söz konusu.
çizgi romana girişmek isteyen gon'dan yahut gerekli şeyler'den edinebilir olmadı oturup filmi bekleyebilir.
23 Temmuz 2009
alice in wonderland (2010) trailer'ı düştü
merakla beklenen hesevehehe saçma sapan klişe kalıpları geçiyorum tim burton, johnny depp vs. vs...
al trailer:
15 Temmuz 2009
Lynch Kahvesi
e istiyorum ben şuan bundan. nedir tüketim çılgınlığı (salaklığı?) mıdır?
öyleyse öyledir yahu bu benim şuan bir kutu david lynch kahvesi istiyor olduğum gerçeğini değiştirmez.
burdan almayı deneyebiliriz: http://alturl.com/j7e8
not: fincan da mı vardır içinde nedir?!
çoktan seçmeli köreltiyor
blogunda, türkiye'de yazılı basının durumuyla alakalı üç beş kelam etmiş emre:
şuan durumun ne kadar vahim olduğunu düşünüp ileriye dönük tahminler yürütme noktasındayız anladığım kadarıyla.
"güzel bi' tartışma konusu.. sonuç itibariyle dönüp dolaşıp gelinen noktanın para olduğunu düşünürsek; serbest muhabirler/bloggerlar yeni neslin habercisi olacak (oldu?) ve bloglarına aldıkları reklamlar sayesinde kazanacaklar, burası kesin. reklam ve para denince yine rating'e çok okunmaya dayalı bir sistemden bahsetmek zorundayız. bu işi hobi olarak yapanlar, çok okunan iyi habercileri kopyalayarak onların önünü tıkayabilir çok rahatlıkla telif yasalarıyla ilgili ciddi düzenlemeler gerekecek doğal olarak ama hiç bir düzenlemenin bu olacakların önüne geçebileceğine inanmıyorum. dolayısıyla habercilik konusunda devlet televizyonlarının ve belki kurulacak gazetenin tekeline bir dönüş yaşanacağı kanaatindeyim. evet sırf gazeteler ve habercilik mevzunda değil televizyonculuk konusunda da trt yahut 70ler sonu 80ler başı trt tandanslı tek bir kanala dönüş olması çok mantıklı geliyor bana. devlet için çalışan disiplinli ve ciddi habercilik (devlet diyorum bak hükümet değil!) tek başına tepede altında da internet haberciliği/bloglar vs.. bilgi ve haber dolaşımı yine kısıtlanmış olmayacak.. istenen bilgiye ve habere çok kolay ulaşılacak ancak hani şu tüm özel tv ve gazetelerin kullandığı "en doğru haber" kalıbı tamamen trt (yahut muadili her ne olacaksa) ile anılacak yine yeni yeniden. daha uzun uzun anlatmak isterdim kafamdakileri ama uzatmiim şimdi :)"
demiştim yorum olarak ama sanırım uzatacağım hehe
daha önce özelleştirmeyle ilgili bi'şeyler karalamıştım burda. şimdi tam ters açıdan yaklaşacağım sanırım mevzuuya. 80'ler dönemi, henüz her şeyin bir rant kapısı olarak görülmediği dönemler gibi şimdi dönüp geriye baktığımda. kim ne derse desin, ben memnundum o dönem trt'sinin yayın politikasından. tabii ki derinlemesine tartışılması gereken bir konu trt ancak kadrosu, disiplinli ve özenli çalışması açısından takdire şayan olduğu gerçeğini yadsıyamaz sanırım kimse. hangi haberin millete duyrulması gerektiğine hangisinin ise duyrulmayacağına karar veriyordu trt ve bu doğrultuda çekirdek konular üzerinden daha sade, daha doğru ve daha "önemli" haberler ulaşıyordu bize. o dönemin faşizan olarak görülebilecek politikası bu dönemin haberciliğiyle harmanlandığında nihai sistemi sunabilir bizlere.
şimdi madem ileriye dönük bir tahminde bulunma ve hatta "tahmin yürütme" adı altında geleceğin medyasını temelden oluşturma çabasındayız; öyleyse o dönemin habercilik anlayışını günümüz serbest muhabirliğinin/blog yazarlığının tepesinde bir yere oturttuğumuz zaman, her ikisine de sahip olacağımız bir bilgi dolaşımı söz konusu olabilecek. gazetecilik için de geçerli bütün bunlar. televizyon görsellerini desteklemek için yazıyı kullanırken, gazetecilikte yazılar desteklenmek için görseller kullanılıyor. hepsine birden aynı anda çok kolay bir biçimde erişebileceğimiz bir dönemden geçiyor ve bazen neyin fazla olduğunun ayrımına varamıyoruz sanırım. haber kirliliği diyip durduğumuz şey "fazla" olanı tanımlamak için kullandığımız isim aslında. oysa gerçek (evet göreli ama yapacak bir şey yok o noktada) ve "yeterli" haberi alabileceğimiz bir kanal (tv olur, gazete olur, tek bir blog olur -tekelcilik bu evet hehe) ve sadece istediğimiz takdirde ulaşabileceiğimiz bloglar/online-özel gazeteler/online-özel tv'ler düzeni tüm bu kirliliğe bir son verebilir.
aynı şeyi evire çevire anlatıyorum.. başlığa gelelim.
çok fazla seçeneğin olması bir şeyleri köreltiyor, tüketimi kolay ve hızlı bir hale getiriyor ve dengeleri bozuyor fikrimce. belli başlı konular hakkında çok bilgili olabilmek varken bir çok şey hakkında az da olsa bilgi sahibi olmak durumunda kalıyoruz. gerekli bir şey hakkında az bilgiye sahipken gereksiz bir konuda da bilgili oluyoruz bu nedenle. önceleri "madonna mı? michael jackson mı?" ayarında tercihler yaparken şimdi yüzlerce farklı müzik türünü icra eden binlerce grubu/şarkıcıyı/müzisyeni bilip aralarından tercih yapmaya çabalıyoruz. kafamız karışıyor, zevkimiz köreliyor. seçenekler o kadar çok ki 1-2'sini seçmek zorunda değiliz artık (!), aynı anda 500'ünü birden tercih edebiliriz.
çoktan seçmeli testlerin bilgiye dayalı bir sonuç elde etmekten çok uzak olduğu tartışmasını getiriyor bu akla. 5 şıktan birini atıp tutturabiliyorsun, şans ve mantık devreye giriyor. bilgiye sahip olmak zorunda değilsin az da olsa fikir sahibi olman yeterli. kolay yoldan para sahibi olmak için cin fikirler üreten, içinde yaşadığı yaşam şartları ve kültür doğrultusunda insani olmayan ancak mantıken kesin kar sağlayacağını bildiği işlere yönelen zihniyetleri öven ve destekleyen bir yöntem çoktan seçmeli. yaptığının "doğru" olması önemli değil! önemli olan mantığınla, zekanla kısa yoldan insanların üstüne basarak sonuca ulaşman.
dayatılan ve sunulan arasındaki farkta gizli her şey. aralarındaki çizgi ise günden güne inceliyor.
daha da uzayacak bu. anlatıyorum ama yetmiyor, içi dolmuyor yeterince ana başlığı bile karşılamıyor tam olarak. bu noktada bir ara veriyorum dizi dizi devam eder belki daha sonra...
10 Temmuz 2009
batarang'ı sıvazlamak
5 Temmuz 2009
patron geliyo patron ya da eyvah mahmut hoca
not: fiyatı da 40 dolar imiş aletin. orda burda satılıyormuş. gugıllıyormuşuz buluyormuşuz. her şeye link mi verelim.
the hanging gardens
Emre Yerlikhan'ın sayıklamalarına kulak kabartın! o sayıklarken siz sorular sorun, farkında bile olmadan cevap verdiğini göreceksiniz..
supergirl'ü imana getirmek?!
newsarama'da bir röportaj okudum hayatım değişti. global muhafazakarlaştırma (n'acaip kelime oldu bu) devam ediyor! supergirl'ümün eteğinin altına bir tayt geçirmiş sevgili çizer jamal igle (ayrımcılık yapmiim, ırkçılık etmiim diyorum ama isme bir takılıyorum önce) röportajı uzun uzun okumak istemeyenler için cımbızla çekip alalım önemli yerleri. jamal editör matt idleson'la konuşuyor:
“At the first meeting I had with him after I got the book, he said, ‘I never want to see Supergirl’s panties again.’ It was part of a larger conversation about altering the costume and making it a little more presentable. I think a lot of our readers know that, when you look at the back issues, the shirt would get tinier, the skirt’s hem would get higher, and lower on her hips. It was really uncomfortable for me to have to follow in that manner.”
adam rahatsız olmuş!
"...on the rooftop in issue #40, she’s doing martial arts and moving around. It makes sense that if you’re doing martial arts, you’re going to have something that’s going to cover you a little, especially if you’re wearing a skirt."
aman yavrum oturmana kalkmana dikkat et diyor!
"I showed one of those older issues to my mom, and she said, ‘She looks like a hooker.’"
bu kısacık eteği açık göbeği ve türlü dekolteleriyle supergirl'ün tam bir orospuya benzediği konusunda annemle hemfikirdik diyor burda da sevgili çizer.
n'oluyo lan?! yorum yapacak halim kalmadı yahu!